14 Kasım 2009 Cumartesi

yıldız tozu






YILDIZ TOZU


“yazamadığım göremediğim duyamadığım kadar içine
kaçmış meğer içim: upuzun ip-ince bir sabırla

suyunun yolunun uykusunun uzağına...

içime: kör derinlik kör katman kör küme.

Bir kaplumbağa duruyor. Orada. Kör.
Beni duymuyor, bir kaplumbağa orada. Beni görmüyor

Üzeri serin üzeri mavi üzeri toz : bir hatıra. “

birhan keskin

Senin öykün safir sarısıydı. Güneş tam tepedeyken başlıyordu.. sıcaktan bunalmış kahramanları vardı... ve bir köşede geçmişini hatırlayan bir adam vardı...

Benim öyküm’de sıcak olmadı hiç... geceydi... dolunay tepedeydi.. ve yağmur çiseliyordu....ama bir köşede geçmişini hatırlayan bir adam da vardı...

Sen güzel bir kadını, en umutsuz haliyle anlatıyordun...çevresinde erkekler şekilsiz ucubelere dönüşüyordu... her biri gözlerini güne açtıkları sabahlarda birer böceğe dönüşüp öyle evlerinden çıkıyorlardı... kafkanın öyküsü her gün yaşanıyordu... ve ellbette, kadının gözünde birer yaratığa dönüşmenin bedelini, erkekler içlerinde taşıdıkları o umutsuz aşkın bedelini, göğüs kemiklerinin altında yarattığı kocaman yumruyu, bir kambur gibi ömrünce taşımakla ödüyorlardı.. farkedilemeyen erkekleri ve erkeklerin farkındalıklarının yarattığı yalnızlığı yaşayan kadını anlatıyordun sen...

Ben ne güzel ne çirkin kadınları ne de cisimsiz erkekleri anlattım... sadece ruhlarıyla gecenin içinde yürüyen insanlar vardı...hayatta bıraktıkları izler ve sesler yalnızca kaldırımlara çarpan topuklarınki olan insanlar...

Sende kır vardı bende şehir... sende göğüslerinin güzelliği görünsün diye dekoltesini açan biir kadın bende farkedilmemek göz göze gelmemek için en kuytu köşelerde yürüyen insanlar vardı...

Hayatı mağarada zincirlere vurulmuş insanların mağara duvarına vuran gölgeleri gerçeklik olarak algıladıkları şey diye tanımlayan platon gibi biz de kırmızı bir odaya kapnmıştık bir zamanlar.. sevdiğimiz filmleri izlemiştik...ruhlar dokunmuştu bir kere bedenler zincirlere bağlanmıştı...

Hayat dokunup geçiyor işte.. ışık da karanlıkta...öyküler de... bazen senin öykün bazen benim...bazen senin umutların bazen benim... dokunup geçiyor...bazen o dokunuşla kendinden geiyor insan bazen farkında bile olmuyor....

Bazen hayat içini dolduran bağrını yakan şeylere dokunmamanı emrediyor... gözlerinden başkası yasak oluveriyor.. boynun kıldan incedir öyle zamanlarda....içinde bir ağrı gibi atan bir yer oluyorsun işte o zaman...hani dokununca büyüyen yaralar gibi dokunmaman gereken.. hatta farkında değilmiş gibi yapman... sesini kısman...yokmuş diye kendini inandırman gereken...çünkü doktor bunun sağlığın için gerekli olduğu gerçeğini yüzüne söylemiştir...

Ama dişindeki boşluktan dilini çekemeyen bizler ruhumuzdaki o boşluktan kendimizi nasıl alabiliriz ki... bir şeyler başlar ve biter... birileri gelir ve geçer.. buna hayatın kanunu diyorlar... ama neden içimde hala hayaletler taşımaktayım.. neden içimde taşınıyor izleri gidenlerin ve geçenlerin...

Bir söz...bir bakış... bir dokunuş...bir öpüş...şimdi burada olsaydılar... yarım kalan bir cümle neden hergün yeniden tamamlanır içimde... neden gidenlerin gittiğine inanmaz ruhum... bu bana özgü bir rahatsızlıktır kimbilir.. hayaletlerle yaşamayı seven bir ruhum vardır kimbilir...

Bembeyaz bir pengueni hatırlatıyor bazen herşey.. ya da penguen şiirinden dizelerini birhan keskin’in..

“unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
Dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim
Var. Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
Uzun bir yolu geliyoruz seninle , yolu
geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile.

Penguen,
Kim bağışlayacak beni?
Çizdim senin beyaz ve narin yerini
Elimde tuttuğum ince metalle”

Ama biliyorum ki aşk... senin öykünü benim öyküm kılan şeydir... aslında iki ayrı evreni bir araya getiren güçtür... ve bu iki evren birbirlerini hatırlamaya devam ederler... tıpkı birbirinin yakınından geçen gökcisimlerinin birbirlerine bulaştırdığı tozlar gibi.. bende sana ait yıldız tozları var sonsuza dek benimle kalacak...

Senin öykün safir sarıydı benimki dolunay grisi...ama ikimiz dolunayda yürüdüğümüzde gök turkuazdı.... şimdi çok ama çok uzak bir yerde bunları eğer okursan hala unutmamış hala ne diye zorluyor ki gibi liseli kız düşünceleri taşımayacağını bildiğimden yazıyorum...

Biliyorum ki kedi odaya kapatıldı ve iki evren yanyana geldiler ve hızla uzaklaştılar... kütle çekim kanunu itiverdi ikimizi de...

Ve bildiğine eminim ben bayram temizliği yapıyordum ve üzerimde sana ait bir toz buldum... yıldız tozu....

Katarsis kurtarmıyor tozlardan insanı..ve kurtulunması da gerekmiyor bence... çünkü şimdi çok uzakta bir yıldızdan parçalar taşıyorum üzerimde...

yıldız'a iyi bayramlar diliyorum...sendeki yıldız tozuna dokunman dileğiyle....


“penguen
bana sırtını dönme
biliyorum, sana benziyorum
ve içinde saklı tuttuğun yele”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder