8 Ekim 2014 Çarşamba

Sabah 11:00

(Stephen King'in yalnızlığı en iyi anlatan resim diye nitelediği Edward Hopper'ın Eleven AM tablosu)


 Yazdıklarımı sana gönderiyorum;

Senin de yazdığını umarak, bir gün okumayı hayal ederek…
okunmayı  dilediğinde elbette… 

onca iş güç, yaşamak telaşesi  içinde yazdıklarıma bakmak için bir an duruyorsan, kelimelerin üstünden hızla kayıyorsa gözlerin ve sonra hayat akıp gidiyorsa gene…

işte o an için;
gönderiyorum yazdıklarımı sana hala…

 Yücel Kayıran dizelerindeki  gibi oldum hep ben;
“hiç baştan çıkarmadım, iltifat etmedim hiç..

oynaşmadım
                               askıntı olmadım
                                                               soru sormadım
durdum dilimdeki kapıda, cilve yapmadım hiç


girdiğimde sınırları belirsiz bir alana

daima ilk kelimede kalmak

kendimi başlangıçta tutmak istedim

çivi çakarak avuçlarımın içindeki arzuya..


babam çocuk gibi olurdu kadınların yanında”


ben kadınların karşısında değil yalnızca, hep çocuk kaldım yaşamın karşısında da…

yazarak nereye varılır hiç bilmiyorum. Yaşayarak bir yerlere varanlar vardır belki…

göz açıp kapar gibi geçiyor anlar ve sanırım geriye sözler kalıyor kırık dökük…

kimse hiç kimse için durmuyor, hepimiz bir selde sürüklenir gibiyiz…

Zweig Rilke için onunla karşılaşmak her zaman bir rastlantıya bağlıydı demiş, bütün okudukların bu rastlantıya yazıldı.

“ Bir anlatıcılar vardır, bir de yazarlar. İnsan canının istediğini anlatır; canının istediğini yazmaz: Ancak kendini  yazar.” Jules Renard