18 Kasım 2013 Pazartesi

Kalbim Dönene Kadar



“lirik şiirler yazıyorum
eve dönsün diye kalbim” (Çiğdem Sezer)

Şu sıralar yazıyla hayat arasında bir sıkışıklık var…

Bu kadar çok yazma isteği ile doluyken tek bir kelime bile söyleyememem; ancak böyle açıklayabiliyorum. Başlangıçlar ve bitişler her an bizimle beraberler. Bazen bitmesin istediklerimiz elimizden kayıp gidiveriyor, başlamasın dediğimiz şeyler ise saçımızdaki beyaz saç teli gibi bir sabah aynada karşımıza dikiliveriyor.

Hayatım dediğim şeyin hiçbir biçimde belirleyicisi olmadığımı bana her şey tekrar ve tekrar hatırlatıyor. Biliyorum kelimeler değiştirmiyor kaderi…

Bütün yaptığım belki de sadece budur: Kalbimi aramak… Hangi telaşın içinde yitirdim bilmiyorum… Kim götürdü kalbimi parça parça… Sevdiğin ve seni seven herkes götürür kalbinden birer parça… “Gönül vermek” o yüzden anlamlı bir tabirdir… Gerçekten verirsin kalbini…

Ama en çok, kendim çaldım aklımla kalbimden nice rol… Kalbe ihanet en çok sahibince yapılır öyle değil mi?…

Şimdi kalbimi bekliyorum: uzun bir yolculuktan dönsün diye…


“daha diyorum, daha, uzağa...
çarmıhta kuruyan kana
inkâra ve imana.... daha
yol almalısın kalbim
inanmak için kendinden başka
hiçbir şeyin kalmadığına

ah işte o zaman yaranın ne kadar derin
ve suyun imkânsız olduğunu
anladığında
dönmelisin

kalbim, güzel evim” (Çiğdem Sezer)

7 Kasım 2013 Perşembe

Yağmur Geri Dönünce



İçimde upuzun cümleler taşıyorum, noktalama işaretlerinin hiçbir anlam ifade etmediği, cümleler… Bir kez insan yazmanın büyüsüne inanınca, sihirli kelimelere en az sihirli fasulyelere inandığı kadar inanıyor.

Ali Baba’nın 40 haramilerden duyduğu sihirli kelimelerle önüne dikildiği mağara girişi gibi, yazanda okurun karşısına dikilir. Ama sihirli kelimeleri bilip bilmediğinden emin değildir Ali Baba gibi…

“Açıl susam açıl” deyince kapı açılır Ali Baba için… Yazan o kadar şanslı değildir. Sihirli olduğuna inandığı kelimeler sırayla kağıda dizilirler ama beklenen kapı açılmaz… kendini 40 odalı sarayın 39 kapısını açmış, 40. odanın  kapısında bekler bulursun…

Aslında içten içe bilirsin ki; tek bir kelime çözmez bilmeceleri, açmaz kilitleri…

Yağmur durmaz her damlasıyla seni sürükler gene de 40. odanın kapısına… Bu öyle bir kısır döngüye dönüşür ki tüm kalbinle bildiğin halde her yağmurda kendini sihirli olmasını umduğun kelimelerle kapının önünde bulursun…

Tıpkı yağmurun elindeki kağıdı ıslatıp okunmaz kılması gibi yazıda kaybolup gidiyor…

Yağmur geri dönünce her şey geri dönüyor…

Kapının arkasından duyanlar için bir deliliğin tekrarlanması gibi, biliyorum…

Yağmur ve kalp tekrar tekrar aynı yere dönüp duruyor…

Kelimeler kapıları açsın, mucizelere yol versin istersin içten içe aslında en çok sesine karşılık bir ses ararsın…

Uzay boşluğunda veya denizin dibinde ses yoktur… Nefes alıp verdiğin her yerde yağmurun yağdığı her yerde duyma ümidi de vardır…

O sesi, senin sesini…


“Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.
Unutmak istemiyordum oysa.
Güzel kalan yaralarda vardır çünkü...
Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.
Hiç unutmayan kadınlar vardır... limon kokulu...

herşeye rağmen... yağmur kalan kadınlar vardır...” Lale Müldür