17 Ekim 2011 Pazartesi

MELANCHOLIA (KIŞ GELİR)




MELANCHOLIA (KIŞ GELİR)



Kış gelir... Önce yapraklar terk eder ağaçları ardından çocuklar parkları... rüzgarla
savrulur yazdan kalan şen kahkahalar ve çekirdek kabukları... Kombiler, kaloriferler
kentte yanarken uzaklarda sobalar yanar gürül gürül... Herkes sığınır en yakınındakine, kışın anlarsın insanı insana yakınlaştıran sıcağı ve ölümden kaçıran soğuğu...  Melancholia'yı izlerken bunlar gibi yüzlerce düş'ünce geçti aklımdan. Film yokoluşumuz üstüne, kıyamet çok yakındayken herşeyin
değerini yitirişini yanıbaşımızda olanlardan başka herşeyin kayboluşunu kendine özgü
bir dille anlatıyor. Justine bölümü en normal görünen bölüm çünkü dünyaya çarpması
muhtemel gezegen çok uzakta. O yüzden insanlar bir düğünün mutlu, mutsuz yanlarıyla
ilgilenebiliyorlar. Düğünün etkisinde olmayan tek kişi Justine... Aslında insanlardan
başka herşeyle ilgili; atı Abraham, mavi gezegen... Bildik burjuva sıkıntısını aşan
bir kaçışla düğün gecesi kocasını hem terkediyor hem de mavi gezegenin ışığıyla
aldatıyor. "bazen senden çok nefret ediyorum" diyen kardeşi Claire herşeyi düzenlemek
kaygısında olan bir burjuva... Anne ve baba figürleri onları yıllar önce terk etmiş birer
beden olarak yanlarındalar... Kıyametin bir tanımı da bu değil mi zaten anne çocuğunu
tanımayacak öyle de oluyor baba kalması istendiğinde kalmıyor ve Claire'in kocası
intihar ediyor. İki kız kardeş ve Claire'in oğlu yapayalnız kalıyorlar. Filmin kıyamet tasarımında, bu tip filmlerde görmeye alıştığımız iki şeyle karşılaşmıyoruz. Biri oraya buraya koşturan yığınlar; diğeri de Tanrı.. Kıyamete taşrada burjuva evinde denk geliyoruz. Onlarla yaşayan hizmetçinin gelmemesine şaşıran Claire'e kardeşi Justine "onun da ailesiyle geçirmesi gereken zamanları vardır bu da onlardan biridir" diyerek: çalışanın kendi gerçekliğine dönme zamanı geldiğinde burjuvanın yaşadığı şaşkınlığı yansıtırken sınıf çelişkisine derin bir göndermede bulunur Trier. bugün kriz karşısında da yaşadığımız alışılagelen düzenin devamından yana olmayı sürdüren burjuva tavrı bu duruşun temsilcisi Claire üzerinden film boyunca yansıtılır. Fransız devriminin ilerici sınıfı ne zaman muhafazakar bir sınıf olmuştur? Gerçek hayatında yalıtılmış saray gibi bir evde yaşarken dünyanın sonu geldiğinde çocuğuyla köye koşan Claire aslında kentsoylu bilinçaltına doğruda bir savrulmayı yanısıtıyordu.  Bu kadar korkunç bir sona hazırlanırken Tanrı'nın yerine daha spirütüel görünümler yaşanır. Özellikle Justine çırılçıplak gezegenin ışığında uzanmış yatarken bizi ortaçağın pagan kültürlerine cadı avlarına dek sürükler. Justine odayı değiştirirken aslında herşeyi de değiştirmeye çalışır.

Film boyunca hava koşulları sürekli değişir. Bir an kar bir an dolu bir an yağmur yağar... bütün mevsimler bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçiverir. Hayvanlar ölüm kesinleşince sakinleşirler ama insan sakinleşmez... Claire kaçmaya çalışır kocası intihar eder. Justine ise işiyle eşiye hayatla bağını çoktan kesmiştir. 

Claire son bir çabayla ölümlerini düzenlemek ister ama kardeşi buna karşı çıkar ve ölüm onları ağaç dallarından örülü bir ilkel çadırda bulur...

Yönetmen ruhumuzun iki yarısını; maddi ve manevi yanımızı, hayatla olan bağlarımızı düzen tutkumuzu sorgularken aslında sonumuza da bakıyor... İnsanoğlunun sonu en önemli sorunumuz belki ama en çok geçiştirdiğimiz şey de aslında o... Ve sanırım yaşamımız ne kadar steril olursa olsun elimizi tutacak birine ihtiyacımız var... 

Sonra kış gelir... Üstümden geceleri yorgan düşer.. Üşürüm, kıvrılırım ama uyanamam... o bilinçle uyumaya devam ederim: üşüyorum aç gözlerini artık...