14 Kasım 2009 Cumartesi

kayıklar

“Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan
saflığımı ve sabrımı aldım tek
kalanları kumsala göm sen de…”
Çocukluğumu hatırlıyorum... çocukluğumu hatırlatıyor şu sıralar yaşam bana... oyunlar çağına dönüvermişim... renkli kağıtlar, gazoz kapakları, misketler ve plastik toplar
zamanına...sabahtan akşama kadar mahalle maçı yaptığımız demler... sitemizde oturan çocuklar, buna kardeşim de dahil, öğleye doğru uyumaya giderdi... anneler çağırır ve uykunun zamanı gelirdi..işte güneşin tepeye geldiği o vakitte sokakların sessizleştiği o anlarda ben apartmanın duvarına yaslanırdım... ve güneş gören duvarı sıcacık olmuş tarafı tercih ederdim...sırtım ısınırdı.. derin bir soluk verirdim...ve otururdum gözlerimi kapardım... neden sonra cebim gelirdi aklıma bütün gün boyunca birikmiş şeyler dökülürdü cebimden; misketler, gazoz kapakları, renkli türlü türlü şeyler, futbolcu resimleri, parlak taşlar...sonra hepsini tekrar cebime tıkıştırırdım.. servetimdi o benim...hayatımdan biriktirdiklerim...cebiyle bu kadar ilgili başka bir kahramanla steinbeck’in fareler ve insanlarında denk gelmiştim yıllar önce.. fareleri cebinde taşıyan hüzünlü adamın öyküsü...iriyarı lennie’nin hüznü...
Şimdi yaşamak denen şey...tam da bunu yapıyor bana...oturup o sıcak duvara sırtımı vermek istiyorum...ve cebime bakmak...orada sana ait o kadar çok şey olacak ki...bakacağım her birine tek tek...bileceğim ki sen uyuyorsun...sana dair düşündüğümden haberin bile olmayacak...ama gene de düşüneceğim seni...sonra sana ait o şeyleri toplayıp cebime koyacağım ve güneşin altında gözlerimi kapayacağım..ta ki sesini duyana dek...
Cebimde sana dair onca şey var...ama biliyorum ki zaman bitiyor...her gündüz geceye kavuşuyor...

“sardunyalarla konuşarak çoğalttım
aramızdaki ayrılığı
sayarak çoğalttığım günleri tamamladım
kirpiklerimin arasına çektiğim tülde
yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor
oysa kimse yokmuş dışarda
içim dışıma vuruyor
sardunyalara su vermekle unutamadığımız
şeymiş aşk:
alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder.”

Tavsiye edilmiş filmler izledim sen’den sonra… birlikteyken de izledik filmler…
karşı pencere’de ve august rush’ta gizlenmiş rüyalar aradım.. kendimi ve seni…ayrılık anları mı kavuşma anları mıydı bize en çok benzeyen bilemedim.. biliyorum yaşadıklarımızın bir anlamı yok hayat düzleminde…bize bile yanlış gelen bir şey işte ve şimdi her filmde her romanda ve şiirde bize dair mısralar sözcükler dikiliyor karşıma…sen en çok kalbimde yalnızlıklar kaleme geldiğinden bunca yara bere bırkatın geriye…superman’in o meşhur kutuplardaki buz kristallerinden yapılma kalesi gibi…o kaleyi gördün sen..dokundun duvarlarına…ve reddettin reddedilmeden…
ve sonra filmler işte..izlenmiş, izlenen, izlenecek olan…sana dair yazdığım son yazı mıdır bilmiyorum son kez yazmak konusunda bana güven olmuyor…sonlarda ben başarılı biri değilimdir…aslında sanırım pek başarılı olduğum şey de yok…ama en çok birgün bir mucize olsun dilerim august rush’taki gibi… bunu bir biçimde senin de dilediğini biliyorum rilke’yi anlayan kız…birbirimize sarılmaktan çok itiştik biz… haklı nedenlerimiz hep vardır…benim nedenlerim her daim seninkinden daha ağırdır biliyorum…
saklandığım kendime bile itiraf etmekten çekindiğim son her defasında yakalıyor işte…bu bir son kanıksanması değil..bu son’da seni tutmanın tutmak istemenin saçmalığı beni inciten…
ve kediyi öp benim için… pencereden uzak tut onu… tedirgin ruhlardan da kalbini.. dokundum biliyorum kalbine, taamüden değil ama, bunu bil… mutlu ol her daim..
sonsuza dek…
bir gün bizi anlatır bir film herşeyiyle belki… içinde kendimizi aramaya gerek olmaz o zaman…
ve şimdi küpelerin hepsi saçıldı yere… keşke biçimlere mahkum olmasaydı ademoğlu…
rilke affet…
“şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder