Bugün hava insanı yataktan
çıkmamaya çağıran cinsten… Pencerede yağmurun tıkırtısı ve gökyüzünde akşamın
alacakaranlığı var. Gene de uyanmak zorundayız, öyle değil mi?
Düşler diyarından kalkıp
düşünceler evrenine girmek için dişlerini fırçalamalısın, Gözlerindeki öte
dünyadan kalma rüya tozlarını yıkamalısın. Kuşanmalısın elbiselerini ve sokağa
çıkmalısın. İnsanın düşlerle ilişkisi çocuklukta kuvvetlidir, Zamanla azalır bu
bağ. Bir yerden sonra düşe benzeyen herşeye, aşka, masallara, rüyalara
umursamazca bakarsın. Genellikle, çocukça şeylere vakti olmaz insanın.
Düşünerek kurduğumuzu sandığımız bu dünya, o yüzden mantıklı sebeplerle sizi
üzer, kırar, canınızı yakar. Canlar alınır ama eğer mantıklı bir sebep varsa
akan sular durur.
“İnsan, düşlerken bir Tanrı,
düşünürken bir dilencidir.” Hölderlin’in cümlesindeki o halden kurtulma
çabasıdır düşünen insanın durumu. Hepimiz zaman zaman düşünürüz çoğunlukla
başkalarının düşündüklerini uygularız. Bizden daha iyi düşünenlerin(!)
Bir an önce büyümeni
isterler senden; patronun, ailen, sevgilin, bakkalın vd. Bize tek bir gerçekmiş
gibi sunulan bu dünya tasavvurunun dışında başka bir şeyi düşünmen de, hayal etmen
de yasaktır. O yüzden çocukların bir an önce büyümesi için eğitim yaşı düşer de
düşer. Dünyadaki okur – yazar oranının artmasının, okulların çoğalmasının,
dünyayı bundan 100 yıl öncesinden daha iyi bir yer yapmadığını görmenizi
istemezler. O yüzden çocukları sisteme çabucak dahil etmek isterler. Çünkü
Joseph Joubert’in dediği gibi “çocuklar daima aynanın arkasını görmek
isterler.”
Zaman akıp giderken hızla,
sen sanki bir iple sıkıca bağlanmış hissediyorsan kendini, o ipin monotonluğun
ipi olduğunu alternatif yollardan kendini yeniden yaşıyormuş gibi
hissedebileceğini haykıran kitle iletişim araçlarına rağmen varlığının
anlamsızlığını hissediyorsan aslında yalnız değilsin… Bir odada oturmuş kitap
okurken daldığında duvardaki saatin tiktaklarını duymamanı sağlayan alışkanlık
senin kendi acını ve diğerlerinin seslerini de duymamanı sağlıyor.
Bugün bir diğerine ulaşmanın
yolu düşler… Yazmak, konuşmak ancak gerçek anlamıyla düşlerde gizli… O yüzden
düşlerinizi kuşanın sokağa çıkarken… Belki aşk, beki delilik etrafımızı saran
duvarı aşmaya yarayabilir. Çünkü aşk da delilik de bir başka hayatın özleminden
doğar.
“Bir insanın, bilinmeyen bir
hayatın parçası olduğunu ve ona olan aşkımız sayesinde bu hayata nüfuz
edebileceğimizi zannetmek, bir aşkın doğmasında en temel unsurdur ve başka
hiçbir şeyin önemsenmemesine yol açar. Bir
erkeği sadece fiziksel görünümüne bakarak değerlendirdiklerini iddia eden
kadınlar bile, bu görünümde özel bir yaşayışın yansımasını bulurlar." der
Proust Swann’ların Tarafı’nda…
Yaşamdır bizi birbirimize
bağlayan ve en çok düşler sayesinde değişir dünya… Düşüncelerin dünyası bu içinde
yaşadığımız… Filmlerde, öğretilerde, dinlerde, masallarda o yüzden sevgi kilit
görevi görür. Bir başka yaşamı arzulamanın, kendimize paralel başka bir dünya
kurmanın anahtarı ise düşlerimizdir.
Ancak o zaman aşk da gerçek
olur. Yaşamını değiştirmeden değişmeyecek evren…
Jack Kerouack gibi
sorabilirsin ama cevabını içten içe bilerek; “Mayısta sevdiğin gibi, Aralıkta’da
sevecek misin beni?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder