İçimde upuzun
cümleler taşıyorum, noktalama işaretlerinin hiçbir anlam ifade etmediği,
cümleler… Bir kez insan yazmanın büyüsüne inanınca, sihirli kelimelere en az
sihirli fasulyelere inandığı kadar inanıyor.
Ali Baba’nın 40
haramilerden duyduğu sihirli kelimelerle önüne dikildiği mağara girişi gibi,
yazanda okurun karşısına dikilir. Ama sihirli kelimeleri bilip bilmediğinden
emin değildir Ali Baba gibi…
“Açıl susam
açıl” deyince kapı açılır Ali Baba için… Yazan o kadar şanslı değildir. Sihirli
olduğuna inandığı kelimeler sırayla kağıda dizilirler ama beklenen kapı
açılmaz… kendini 40 odalı sarayın 39 kapısını açmış, 40. odanın kapısında bekler bulursun…
Aslında içten
içe bilirsin ki; tek bir kelime çözmez bilmeceleri, açmaz kilitleri…
Yağmur durmaz
her damlasıyla seni sürükler gene de 40. odanın kapısına… Bu öyle bir kısır
döngüye dönüşür ki tüm kalbinle bildiğin halde her yağmurda kendini sihirli
olmasını umduğun kelimelerle kapının önünde bulursun…
Tıpkı yağmurun
elindeki kağıdı ıslatıp okunmaz kılması gibi yazıda kaybolup gidiyor…
Yağmur geri
dönünce her şey geri dönüyor…
Kapının
arkasından duyanlar için bir deliliğin tekrarlanması gibi, biliyorum…
Yağmur ve kalp
tekrar tekrar aynı yere dönüp duruyor…
Kelimeler kapıları
açsın, mucizelere yol versin istersin içten içe aslında en çok sesine karşılık bir
ses ararsın…
Uzay boşluğunda veya
denizin dibinde ses yoktur… Nefes alıp verdiğin her yerde yağmurun yağdığı her yerde duyma ümidi de vardır…
O sesi, senin
sesini…
“Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.
Unutmak istemiyordum oysa.
Güzel kalan yaralarda vardır çünkü...
Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.
Hiç unutmayan kadınlar vardır... limon
kokulu...
herşeye
rağmen... yağmur kalan kadınlar vardır...” Lale Müldür
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder