"Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular
altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.."
Didem Madak
İlk olarak nerede tanıştığımızı düşündüm
hep... Şimdi hatırlıyorum artık; biz o gün yalnız değildik, başkaları da vardı
yanımızda... Bir düğün salonuydu. Pembe Köşk Düğün salonu… Çocuktuk, o zamanlar
düğün davetiyelerine çocuklarınızı lütfen uyutunuz gibi notlar yazmak ayıptı...
O yüzden düğün salonları çocukları bir küçük salona toplar film gösterirlerdi.
Boş bırakırsan koştururdu çocuklar, ayak altında gezer düğünü bir karnavala
çevirirlerdi. Ayrıca hep bir telaşı vardır malum çocukların, kimi koştururken
kimi de onca gürültüden etkilenmez masaların üstünde anne veya babaların kucaklarında
uyurdu…Masalarda yer alan ucuzundan meyve suları ve kremalı pastayla birlikte uyumanın kıymeti bir
başkaydı... Uyuyanlar ve koşanlar… Bu, yaşam denen şeyin formülü de galiba; hayat
gürültü çıkarırken sizde o gürültüye kendi gürültünüzle katılıyorsunuz veya tüm
gürültüye rağmen dingin bir uykudasınız... Çocuklarla ilgili hain planlar o zamanlarda vardı
kafaların içinde... Film izleme odaları, şimdilerin çocuklara düğünleri
yasaklayan zihniyetinin bulduğu yumuşak geçişin adıydı…
Seninle
o düğünlerden birinde birlikteydik... Filmi de hatırlıyorum Ayşecik
vardı başrolde Oz büyücüsünün yerli versiyonuydu film... Sen şimdi okurken ben orada
değildim diyorsundur; oradaydın bütün evde uyuması gereken çocuklarla beraber o
filmi izliyorduk... Peter Pan'ın varolmayan ülkesi gibiydi o salon... Bütün çocuklar oradaydık...Sonra hepimiz başka
illere diyarlara dağıldık o salondan... Ama hep yanımızda oturan o kızı veya oğlanı
aradık hayatımızda...Kimileri buldu kimileri bulduğunu sandı bazen de bulduk ve
kaybettik....Zaman bütün gücüyle ilerlerken, çocukluk denen o cennet bahçesine tekrar
adım atmak gerek belki de... O zaman hatırlıyoruz aslında ne kadar çok yüz ne kadar
çok sözcük yitirdiğimizi...
Ayşecik'in o macerasını tv’de de izledim
ama hep o salon kaldı aklımda....Seni ilk kez o salonda gördüm birlikte bir
film izlemiştik. Kaybedilmiş filmler… kaybedilmiş rüyalar… kaybedilmiş
gönüller… O yüzden her film izleyişimde yanımda olmanı dilerim tüm kalbimle....
Ama hep uzaktasındır bilirim... Ve bilirim birlikte aynı yöne baktığımız, aynı şeyleri
hissettiğimiz o an, karanlıkta yansıyan o görüntülere bakarken tutulduğumuz rezonans, hayatım boyunca benimle gelecek... Ne kadar çok film izlesem de senin olmayışını
senin kocaman boşluğunu kalbimde taşımaya devam edeceğim... Siz siz olun
çocuklarınızı lütfen uyutup da düğünlere gidin... Kalplerinde kocaman bir
boşlukla büyümelerine izin vermeyin…
Aşk aynı filmi izlerken güldüğün,
hüzünlendiğin, korktuğun o andır… Gerisi o an ve onun spekülasyonundan
ibarettir…
“sonra bir yalnızlığı denemek
oluyor herşey
üç beş sandalye yetiyor hüznü ağırlamaya
akşamları getirdiğim akşamları yorgunluk beni anlatmıyor
durmadan okşuyorum tüylerini gecenin
üç beş sandalye yetiyor hüznü ağırlamaya
akşamları getirdiğim akşamları yorgunluk beni anlatmıyor
durmadan okşuyorum tüylerini gecenin
Çiçekler büyük bir yokluğa
bakıyor
gitsem gitsem bir solgunluğa gidiyorum
gitsem gitsem bir solgunluğa gidiyorum
yüzümde kelebekler ölüyor”
Gonca Özmen
2 Ağustos 2013 Cuma 04:12