(Stephen King'in yalnızlığı en iyi anlatan resim diye nitelediği Edward Hopper'ın Eleven AM tablosu)
Yazdıklarımı sana gönderiyorum;
Senin de yazdığını umarak, bir gün okumayı hayal ederek…
okunmayı dilediğinde
elbette… onca iş güç, yaşamak telaşesi içinde yazdıklarıma bakmak için bir an duruyorsan, kelimelerin üstünden hızla kayıyorsa gözlerin ve sonra hayat akıp gidiyorsa gene…
işte o an için;
gönderiyorum yazdıklarımı sana hala…
oynaşmadım
askıntı
olmadım
soru
sormadım
durdum dilimdeki kapıda, cilve yapmadım hiç
girdiğimde sınırları belirsiz bir alana
daima ilk kelimede kalmak
kendimi başlangıçta tutmak istedim
çivi çakarak avuçlarımın içindeki arzuya..
babam çocuk gibi olurdu kadınların yanında”
ben kadınların karşısında değil yalnızca, hep çocuk kaldım
yaşamın karşısında da…
yazarak nereye varılır hiç bilmiyorum. Yaşayarak bir yerlere
varanlar vardır belki…
göz açıp kapar gibi geçiyor anlar ve sanırım geriye sözler
kalıyor kırık dökük…
kimse hiç kimse için durmuyor, hepimiz bir selde sürüklenir
gibiyiz…
Zweig Rilke için onunla karşılaşmak her zaman bir
rastlantıya bağlıydı demiş, bütün okudukların bu rastlantıya yazıldı.
“ Bir anlatıcılar vardır, bir de yazarlar. İnsan canının
istediğini anlatır; canının istediğini yazmaz: Ancak kendini yazar.” Jules Renard